Boston yeşil ve güzel olmasının yanı sıra ABD tarihi için de neden önemli? Çok severek okuduğum doyamadığım lisans eğitimim boyunca adını çokça duymuş olmamın da elbette bir etkisi vardı bu şehrin kalbimde yer edinmesinde. "Özgürlüğün Beşiği" lakaplı Boston, Amerika'nın bağımsızlığını kazanmasında oldukça önemli bir yere sahip. Normalde özgürlük, bağımsızlık denince akla ilk gelen yer Philadelphiadır ancak bana göre Boston'ın eğitim merkezi olma özelliğinin ön plana çıkmasından ötürü bu özelliği geri planda kalmıştır. Velhasıl, Boston, Protestanlıkla yeni tanışan ve kendilerine ne İngiltere'de ne de Hollanda'da yer edinebilmiş bir grup "pilgrim" tarafının 1630 yılında dini özgürlüklerini yaşayabilmek adına geldikleri Amerika kıtasındaki ilk ayak bastıkları yerdir. Bugünlerde pek hissedilemese de Amerika'nın dini özgürlükler ülkesi olmasının tarihi dayanağı da bu hadisedir. Bu noktada detaylara girmeden bu insanların pek muhafazakar olduklarını belirtmekte fayda var. Bu da yine Amerikan toplumunun dünyada bilinenin aksine inanılmaz muhafazakar köklere sahip olduğu ve bunu devam ettirdiklerine dair bir bilgi olarak dursun şurda.
|
Boston Horse Statue (fotoğraf alıntıdır) |
Neyse efendim, Boston tarihine dair bilinmesi gereken en önemli hadiselerden birisi de "Boston Tea Party" denilen mevzudur. Amerika bağımsızlığını kazanmadan önce ve de İngiltere gibi çeşitli Avrupa ülkelerinin sömürgesi altındayken, Boston Britanya'ya bağlıydı ve uyanık İngilizler Boston'lılardan direkt vergi alamadıkları için, onlara sattıkları çay ve şeker gibi hayati ürünlere inanılmaz yüksek vergiler koyuyorlardı. Fırsattan istifade diyen İngilizler, başka sömürgelerinden (Hindistan) elde ettikleri çayları Boston'a satarken çaylara inanılmaz yüksek vergiler koyuyorlardı. Yüksek vergilerden bıkan Boston'lılar ise bunu protesto etmek amacıyla 1773'te gemilerle gelen tonlarca çayı denize dökmüşlerdir. Peki bunun ABD tarihi açısından önemi nedir? Halkın artık sömürülmekten bıktığı ve bağımsızlığa susadığını, yani bir başkaldırıyı gösteren eylem olmasıdır. Bu olay, ABD bağımsızlık savaşını çıkaran kıvılcımlardan biri olacaktır. Bu olayın akabinde daha farklı boykotlar da baş göstermeye başlayınca, Britanya daha da sert politikalar izlemeye başladı, Boston limanını kapatmaktan, daha da yüksek vergiler koymaya kadar ilerledi. Buna karşılık da Amerika'daki farklı topluluklar, bir araya gelerek, bir ordu kurup İngilizlere karşı savaşma ve bağımsızlık elde etme kararı aldı. Amerikan Bağımsızlık Savaşı 1775-1776 yılları arasında gerekleşti ve 1776 yılının 4 Temmuz gününde ABD'deki 13 koloni Britanya'dan bağımsızlıklarını aldılar ve kendilerine Amerika Birleşik Devletleri ismini verdiler. Boston Tea Party'nin önemi ülkeye bağımsızlığı kazandırmasındandır yani =) Hatta bu olaydan sonra, ABD'nin ilk Başkan Yardımcısı ve 2. Başkanı olan John Adams ve diğer Amerikalılar çay içmenin bir tür vatana ihanet sayılacağını savunurlar. Çay gittikçe popülerliğini yitirir ve alternatif içecek olan kahve tüketimi başlar. Bugün ise kahve tüketimi deyince ilk akla gelen yerin ABD olması da yine John amcamızın bu ülkeye bıraktığı miraslarından biri zaar. Bu kadar tarih yeter diyerek, gezimize geçelim.
|
Boston Tea Party (fotoğraf alıntıdır) |
Amerika’ya taşındığımızdan beri hep gidip görmek istediğim ama
Washington DC’ye arabayla 7-8 saat uzaklıkta ve ters bir istikamette olması
hasebiyle bir türlü görememiştik. Nihayet bir cuma günü akşamı hadi dedik bu
hafta sonu gidelim. Ve ertesi gün sabah namazından sonra yola çıktık. Burda
hatırlatmakta fayda var, google maps’in gösterdiği yola 1-2 saat de kafadan siz
eklemelisiniz çünkü Boston gibi büyükşehirlere giriş ve çıkışlarda çok ciddi
(bir Istanbul trafiği adeta) yoğunluk oluyor.
|
Bizim takip ettiğimiz rota, yol özelikle New York'tan sonra inanılmaz güzel |
Neyse velhasılı kelam Boston'a
zorlu bir yolculuktan sonra varıyoruz. Bu arada New York-Boston arası mükemmel bir
yol. Yol boyunca sağlı sollu yemyeşil ağaçalar sıra sıra uzanıyor. Bir rüya
ikliminde yolculuk yapıyorsunuz adeta. Gökyüzü berrak, her yer yeşil ve mavinin
en güzel tonunda… Zaten dünyanın hiçbir yerinde rastlamadığım ve ilk kez
Amerika’da gördüğüm bir gezi anlayışı var ki, o da “scenic roads/drives”. Yani
manzaralı yollar. Mantık şu: Bir yol var, o yoldan arabayla geçerken mevsimine,
iklim şartlarına göre farklı güzellikteki doğa şartlarını gözlemliyorsunuz. Bu yeşil yol da sırasıyla New York ve Connecticut üzerinden giden öyle bir yoldu işte. Anlatılmaz yaşanır
cinsten. Boston’a varır varmaz, her zaman yaptığımız gibi öncelikle visitor
center’a yakın bir yere arabayı park ediyoruz. Visitor center
Boston Commons denilen Amerika’nın en
eski şehir parkının içerisinde bulunuyor. Bu şehir parkı New York’taki central
parka benziyor ama çok daha eski olması hasebiyle sanırım daha bakımsız ve içerisinde bir sürü “homeless”
yani evsiz yaşıyor.
|
Boston Common Park( 1634), ABD'nin ilk halk parkı |
|
Boston Common Park polislerinin kullandığı atlar |
Buradaki bir yere park ederek, Visitor Center’dan
ücretsiz haritamızı edinip önceden not aldığımız “görülecekler listemi” harita üzerinde ordaki çalışan bir teyzeye işaretlettiriyoruz.
Bunu neden yapıyorum, çünkü Amerika’daki gezilecekler listesi bizim Türk
mantığıyla hiç ama hiç uyuşmuyor. En çok müzeleri, bira veya şarap tatma mekanlarını,
eğlence veya alışveriş merkezlerini gösteriyorlar. Ancak bizler şehrin kendine
has dokusunu yansıtan, tarihi ve önemli yerlerini görmek istiyoruz. O yüzdendir
ki bir yere gitmeden önce her zaman kendi araştırmalarımızı (özellikle Türk
bloglarından) yapıp görülecekler listesi çıkarıyorum. Sonra onları haritalar
üzerinde işaretleyip kendime bir gezi rotası çıkarıyorum. Boston Common’s yakın
olan eski ve yeni
State House’ları
uzaktan görüyoruz. Sonra downtown'a doğru yürüyoruz, zaten Boston’da hemen hemen
her yerin yürüme mesafesinde olduğunu okumuştuk. Boston’ın downtown’u diğer ABD
şehirlerinin downtownlarına hiç mi hiç benzemiyor. Sokakları çok dar (eski
olduğunu gösteriyor) binalar yüksekli alçaklı. Yani bir anda kendinizi New
York’taki gökdelenlerin arasında hissederken, bir anda İngiltere’deki küçük
bir kasabada hissedebiliyorsunuz. Sonra düzlük bir alana kurulu değil şehir,
yollar yer yer yokuşlu olabiliyor. Yine şehirdeki yapılanmanın ne kadar eski
olduğuna bir örnek. Boston'ın sokakları taştan diyor yürüyoruz =) Uzaktan eski State House'u görüyoruz ve oraya doğru ilerliyoruz.
|
State House (Massachussetts Hükümet Binası) |
Downtown’da ilerleyerek, Old State House'un önüne geliyoruz. Geleneksel Amerikan kıyafetleri içerisinde satıcılar, müzisyenler... Biz
gezimize başladığımızda ikindi vakti olmamış olsaydı eminim sokaktaki canlılık çok daha farklı olurdu. Müzisyenleri, geleneksel kıyafetleriyle küçük
arabalarda bir şeyler satan kişileri daha çok gözlemlemek isterdik tabi ama tüm
bu heyecanımızı ertesi güne erteliyoruz. Burdan yürüyerek,
Quincy Market ve
Fenouil
Hall denilen yine eski şehir yapılarında merkezde yer alan ve ticaretin
merkezi olan pazar alanlarına ulaşıyoruz. Benim Boston’da en çok beğendiğim yerler
buralar oldu. Canlı, kalabalık, her yerde kafeler, restoranlar, alışveriş
mağazaları, soluklanmak için masalar, sandalyeler var trafiğe kapalı caddenin ortasına.
Ücretsiz kitap standları bile var, bir kitap alıp okuyup geri bırakıyorsunuz. Çok tatlı bir alandı.
Quincy Market ve Fenouil Hall da karşılıklı üstü kapalı alanlar, içlerinde
hediyelik eşyalar ve yine yeme içme standları bulunuyor. Burdan çıkıp
Long Wharf
diye bir alana yürüyoruz. Burası da rıhtımda bir park, müzisyenler, kitap
okuyanlar, piknik yapanlar, gelinle damat bile vardı. Kıyıya yanaşmış yatlar,
tekneler..Güzel bir ambiyansı vardı buranın da. Burası aslında
North End diye
tarihi bir bölgenin bir kısmıymış. North End ya da Little Italy diye geçen
bölgeye doğru yürüyoruz. Burası da alçak yapıların boylu boyunca uzandığı, genellikle
pizzacıların olduğu bir cadde.
Aşağıda bir amcamız Old State House'un önünde geleneksel bir müzik aleti çalıyor:
Burayı da geçip,
Longfellow Bridge’e kadar
geliyoruz. Normalde buradan güneşin batışını izleyecektik ancak köprüde tadilat
olduğu için, yayaların köprüye çıkmalarını yasaklamışlardı. Sadece bisikletle
veya arabayla geçilecek şekilde ayarladıkları için, köprünün yanında bulunan
yüksekçe bir yürüyüş alanına çıkıp Charles nehrini izliyoruz buradan. Dediğim
gibi Boston bizde hem New York’u çağrıştırdı hem de çok küçük kasaba havasını. Güneşin
batışını göremedik ama şehre şöyle genel bir bakış için güzel bir noktaydı.
Boston Common parkının üst kısmında yer alan bu bölgede şehrin zengin beyazları
yaşıyor. Zaten mahalleye girer girmez hissediliyor o aura. Arnavut
kaldırımları, lüks evler, evlerin önünde değişik süsler, çiçekler… Minik bir
sokaktan girilebilen
Acorn Street’i bulup fotoğraflamaya başlıyoruz. Boston'ın Acorn Street'i New York’un “Upper East Side”ına benziyor. Buradan
Beacon Hill bölgesine gidiyoruz. Bu bölge ayrıca Amerika’da köleliğin Massachussetts
eyaletinde 1783’te resmi olarak yasaklanmasından sonra kölelik karşıtı siyahi
ve beyazların toplandıkları bir merkez haline dönüşmüş. Şöyle bir not düşmekte
de fayda var burda, ABD’nin kuzey eyaletleri tarih boyunca köleliğe karşı çıkmıştır,
güney eyaletleri ise köleliğin hayatın devamlılığı için gerekli ve önemli
olduğunu savunmuş ve kölelik resmi olarak yasaklandıktan çok sonralara kadar
siyahiler toplum hayatından dışlanmıştır. Bunun etkileri günümüzde çok açıkça
devam etmese de, kuzey eyaletlerinin genellikle Demokrat partiyi desteklemeleri,
güneyin ise muhafazakar olan cumhuriyetçi partiyi desteklemeleri siyasi olarak
bu hatıranın günümüzde yansıyan kısmı olmuştur.
|
Old State House önünde geleneksel kıyafetleriyle insanlar |
Acorn Street’e dönecek
olursak, bu sokağın önemi, yerlerde döşeli olan taşlarından geliyormuş. Eski
Boston’dan kalan ve “cobblestone” denen Arnavut kaldırımlarını burda görmek
mümkün. Şehrin birkaç noktasında daha varmış ama bu sokak turistlerin popüler
mekanlarından biri haline gelince, highlight olarak da burayı gösteriyorlar
genellikle. Ayrıca burda yer alan evler de eski “colonial” zamanlarından kalma
evler. Bu arada şehrin bir çok bölgesinde sürekli profesyonel fotoğraflar çeken
insanlar vardı. Acorn Street da bu noktalardan biriydi. Burada biraz
dolaştıktan sonra, alt caddesi olan Charles caddesine iniyoruz. Bu cadde de yine
kalabalık, kafeler, kitapçılar, restoranlar ve alışveriş mağazalarıyla dolu bir
alan. Cici ışıklandırmalar ile sokakta festival havası oluşturulmuş, biz
uğrayamadık ama “Tatte” diye çok tatlı bir kafe bize göz kırpıyordu. Ayrıca
J.P. Licks diye de bir dondurmacı vardı, orası da epey meşhur bir yere
benziyordu. Önü epey kalabalıktı, canınız sıcağın altında dondurma çekerse
deneyebilirsiniz. Arabamıza
binip Lowell taraflarındaki otelimize geçerek, ilk günümüzü bitiriyoruz. Boston ABD'nin bir çok şehrine nispeten çok pahalı bir sehir. O yüzden otelleri bizim gibi biraz şehre uzak noktalardan seçmek cebinizi rahatlatacaktır. Ertesi
gün Boston’da göreceğim diye beni en çok heyecanlandıran
Harvard Üniversitesi
ile
MIT’i göreceğiz.
|
Quincy Market |
|
Quincy Market alanında bulunan ücretsiz kitap okuma stantları |
|
Yine Quincy Market'te bulunan bir mağazanın önü |
|
Acorn Street (Fotograf alıntıdır) |
|
Tarihi "North End" bölgesi |
|
Bu da benim "Boston Horse Statue" fotoğrafım =) |
Sabah uyanıp güzel bir kahvaltı sonrası, ilk durağımız
Harvard Üniversitesi. Dünyadaki tüm öğrencilerin herhalde hayalini kurdukları,
filmlerden, dizilerden hemen herkesin tanıdığı harika okul. 1636’da ABD’yi ilk
keşfeden gruplardan biri tarafından kurulan ilk üniversite, dünyanın en büyük
kütüphanesine sahip. Eğitimin, ilmin dünyadaki merkezi. Dünya’nın
saygın Ivy League üyelerinden biri olan Harvard üniversitesi Cambridge şehrinde
bulunuyor. Şehir dediysem Charles nehrini Boston’dan karşıya geçince orada
kendine has bir kasaba havasında bir yerde. Arabamızı park edip, Harvard kampüsünü dolaşmaya
başlıyoruz. Önce
Widener Library
denen dünyanın en büyük kütüphanesini görüyoruz uzaktan.
|
Widener Library (Harvard University) |
İçeriye öğrenciler
dışındakilerin girmesi yasak zira. Ayrıca
pazar günü gittiğimiz için normalde açık olan binalar da kapalıydı.
Dolayısıyla birçok yeri uzaktan gördük ama diğer günler gidilirse üniversitenin
kendi turistik turlar düzenliyormuş. Bizim gibi buna zamanı uymayanlar Harvard’ın
kendi websitesinden sanal turla üniversiteyi önce gezip rehberden tüm bilgileri öğrenip,
ertesi gün de kampüsü kendi kendinize gezebilirler. Kütüphaneden sonra
John
Harvard heykelini görmeye gidiyoruz. Bu amcamız üniversitesinin kurucusuymuş,
sol ayağına dokunanların tekrar Harvard’a geri döneceğine inanılıyormuş. Biz de
dokunduk, biz gidemedik ama belki kardeşimiz, çocuğumuz filan gider =) Heykelin baktığı yeşillik alan da
Harvard Yard diye geçen, renkli sandalyelerin bulunduğu ağaçların gölgesinde bir kitap bir
kahve ile vakit geçirilecek yer. Öğrenciler burda eminim çok güzel zamanlar
geçiriyorlardır…
|
Harvard Yard ve renkli sandalyeler |
|
Meşhur Harvard kapısı |
|
Harvard'ın kurucusu olduğuna inanılan John Harvard heykeli. Biz de dokunduk sol ayağına, ne olur ne olmaz =) |
|
Burası da yine Harvard kampüsündeki ABD'nin ilk kütüphanesi olan Lamont Library |
|
Harvard kampüsünün hemen dışarısında yer alan tatlış kitapçılar |
|
Harvard Square ve güzellik |
Burdan sonra ABD’nin ilk üniversitesi olan
Lamont Library’yi
de uzaktan görüp kampüsün hemen dışında yer alan
Harvard Square denilen meydana
geçiyoruz. Burası üniversitelilerin takıldığı, restoran, kafe ve kitapçılarla
dolu, Harvard’ı Boston şehir merkezine bağlayan metro istasyonun bulunduğu
minik ve tatlı bir alan. Yine sandalyeler var her tarafta, insanlar güneşin
tadını çıkarıyorlardı biz burdan geçerken. Biraz oradaki hediyelik eşya satan
dükkanları, kafeleri dolaştıktan sonra, bir sonraki durağımız olan
MIT’ye doğru
yola koyuluyoruz. MIT de yine Cambridge şehrinde ancak Harvard'a arabayla bir
10-15 dakika kadar uzaklıkta kalıyor. Oraya giderken, çok dar sokaklardan,
güzel evlerin önünden geçiyoruz. Kuvvetle muhtemeldir ki buralarda öğrenciler
ve akademisyenler yaşamakta =) Zaten her yerde spor yapan, koşan insanlar görüyoruz yol boyunca da. Sağlam kafa sağlam vücut meselesi herhalde :) Charles nehri boyunca arabayla gittikten sonra
nihayet MIT’ye varıyoruz. Arabayı park edip, üniversitenin ana binasının içine
giriyoruz. MIT’te binaların koridorları açık, gezmeye başlıyoruz. Hiçbir
şekilde teknolojiyle alakalı olmadığımız için Harvard’daki kadar etkilenmesek
de, ilginç laboratuarları görünce şaşırıyoruz. Burası da dünyanın mühendislik
ve bilim alanındaki merkezi neticede, yine bu alandaki en iyiler hep burada.
Koridorları İstanbul Üniversitesinin koridorlarının aynısı, sağlı sollu öğrenci
panoları, hocaların odaları, aralarda laboratuarlar derken buradaki gezimizi de
tamamlayıp, Boston’a geçiyoruz tekrar.
|
Massachussetts Institute of Technology (MIT) |
|
MIT'in bahcesinden bir kare (arkada Charles nehri)
|
|
Bir adet MIT laboratuarı |
Boston'da birkaç görecek yerimiz daha vardı.
Arabayı Prudential Center denen bir avm/iş merkezinin alt katına bırakıp,
Boston Public Library’ye gidiyoruz.
Buranın fotoğraflarını kaç ay öncesinden görüp heyecanlanmıştık bile, şimdi ise
gerçeğini görmek üzereydik. Kütüphaneye girer girmez,
Bates Hall denilen okuma salonuna gidiyoruz. Kütüphane çok güzel
bir binada yer alıyor, Bates Hall ise bu binanın en güzel yeri. Yeşil renklerde
masa lambaları, kocaman bir salon. Biz de biraz o masalarda oturup, ortamı
soluyoruz. Kitapları biraz inceliyoruz ve kütüphaneden çıkıp, hemen karşıda bulunan Trinity
Church’ü görüyoruz. Bütün kiliseler aynı olduğu için, gezilerimizde hiçbir
zaman kiliseleri gezmekle vakit kaybetmeden esas görmek istediğimiz yerlere
geçiyoruz. Kilisenin önü
Copley Square denen bir meydandan oluşuyor. Burada da
yine köpeklerini havuzda yüzdürenler, dondurmacılar vs. var, çok tatlı bir
meydan. Oradan ayrılıp meşhur
Newbury
Caddesi ne gidiyoruz. Burası da Caddebostan caddesi gibi alışveriş
mağazalarının bulunduğu ama sadece ve sadece alçak yapıların olduğu inanılmaz güzel bir yer. Bir yerde biz de soluklanıp, eve dönüş
yoluna koyuluyoruz. Önümüzde çook uzun bir yol var diyerek güzel ve yeşil
Boston’a veda ediyoruz.
|
Güzelliğin kütüphaneye bürünmüş hali: Boston Public Library |
|
Boston Public Library |
|
Copley Square'de yer alan Trinity Church |
|
Copley Square ve Trinity Church |
|
Copley Square'de Tavşanla Kaplumbağa'nın yarışını temsil eden heykelcikler |
BİZDEN BOSTON GEZİSİ YAPACAKLARA BİRKAÇ NOT: